20 Ağustos 2012 Pazartesi

çoook uzun zaman sonra...

ne kadar çok şey değişmiş. ne kadar da hızlı akmış her şey. 2 sene önce doğan çocuk şimdi yürüyor, hatta konuşuyor olmalı, koşup dizlerini acıtıyor olmalı.


ne kadar kapitalistleştiysek, bir o kadar az sosyalleşmişiz be blog. Plonje yapabileceğimiz şeylerin sayısı iyice azalmış. Anasını satayım, yazmayı bile unutmuşum. Kelimeler çıkmıyor... makineleşmiş halim bu, ruhum çok mu körelmiş? hayata ne kadar da alışmışım. Böyle değildi be benim için hayat. Zor olmalıi dramlarla dolu olmalı, kavga gürültü ve hüzün dolu dolu yaşanmalı. Ağlamak, kesinlikle, ara ara olmalı. Ama o kadar çok şey değişmiş ki. Makineleşmişim. Mutlu olduğum bir işim var. Mutluluktan daha da fazlası. Benim sahibim olmuş. Onunla yatıp onunla kalkıyorum, o ne derse onu yapıyorum. Ne hüzün ne dram, çok yer etmemiş hayatımda bu uzun sürede. Acaba iyice silindi ve iyileşti mi bazı yaralar yoksa unuttuk ve bir yerden sonra fırlayacak mı lan bunlar? Neyse, bu kadar dert etmemeli. Bak, hüzün ve endişeye bile fırsat vermiyor mekanikleşmiş beynim. Oldukça basitmiş hayat, o kadar çalış, o kadar çalış ki, üzülmeye ve dert etmeye fırsatın kalmasın.

Belki de hayat böyle olmalı. O yüzden hepimiz çalışmalı ve sahiplerimizin bize verdiği paraları harcamak için bir ara plan yapmalıyız. Bize yetmeli bu. Hassiktir diyorum hassiktir. Eğer 2 yıl aradan sonra buraya kalkıp geldim ve bunları yazıyorsam, bir şeyler içten içe koyuyor olmalı bana. Edebiyatımı kaybettim mesela. Nerde ulan o ağlayan kelimeler? Küfürlerim nerede? Ah ne güzel sayıyordum önüme gelene. Artık yapamıyorum biliyor musun, sadece "oo fuck", "oo shit", "fuck you," fuck you harder". Vay anasını, dile bak dile. Dilimi de kaybettim. Küfürlerim bile film repliklerinden fırlama. Bana olağan, eskiye itici.

olsun.. sanırım mutluyum. "mutlu" kelimesini ilk kullandığım yazı bu olabilir mi acaba? Lan o kadar ağladık ki geçmişte, arayıp bulacağıma inanmıyorum haerbiden. Çok şey değişti güzel insanlar, bak eskiden olsa yavşaklar, ibneler der ve size olan dolu saygımı gösterirdim. Ama artık kibarım. Güzel insanlar bile diyorum. Mevcut durumum ciddi bir bozukluğun göstergesi olabilir. Hayatın bu kadar hızlı akması ve benim bu hızla yıpranmam ve çoğu yaşanmayanın kayıp gitmesi normal değil. Evden işe, işten eve gidip akşam yapacağı yemeği düşünerek heyecanlanmak veya terziden alacağım ütünün sırt bölgesinin kırışık olup olmadığını dert etmek normal değil. Bunlar, hiç olmadığı kadar geri planda kalmalıydı. Ama olmadı, olmuyor. Zaman akıyor, durduramıyorum. Hala "dün bezelye yaptım bari bugün ıspanak pişireyim" cümlesinde kayboluyorum.

Dertlenecek o kadar çok şey var halbuki. Ama dedim ya, o kadar çok kapitalist ve züppe, o kadar az sosyalistleştik. Evime aldığım kedim bile kapitalistleşti. Mamasını görmeden sevdirmiyor ibne. O geldi, sokaktakileri unuttum. O geldi, barınaktakileri unuttum. İçimiz rahatladı öyle mi?

Bazıları buna büyümek diyor. Bense buradan güzel bir hareket çekiyorum buna. Bu büyümek değil. Bu küçülmek. O kadar küçülmek ki, kendi sıradanlığında kaybolmak demek bu. Hayat, güzel bir işi olup para kazanmak ve bunu harcayarak mutlu olmakla sınırlı kalamaz. Evet bunlar güzel. Ama yetemez. Küçüldün diyorum küçüldün. Dünyan da küçüldü.

Titre ve kendine gel. Sen de! Biliyorum eskisi gibi olmak zor. Alışmak çok kolay çünkü bu ortama. Fakirdik, umutluyduk, ezilmek hoşumuza giderdi bazen, üzülmek erdemlikti değil mi, ağlamak büyütürdü bizi, dram en güzel senaryomuz. Geçti, şimdi mutluyuz. Hayat yalancı bir mutluluk satıyor olmasın lan bize? Şüpheliyim. Mutluluk bu kadar pahalı olmamalıydı.

28 Haziran 2010 Pazartesi

fıkralarım bitti, artık güldüremiyorum hiç kimseyi. hayatı hep denizin üstünde sandılar, kendilerine birer kutu buldular, o kutularda hayatlarını yaşadılar. şimdi dökülünce o kutular denize, görüyorum aşağıdan hepsini, kimileri çırpınmaktalar.
Eriyor kutularınız, kalıplar dayanamaz gerçeklerin mengenesine.

16 Mart 2009 Pazartesi

ne kadar örtünsem, o kadar çıplağım.

her ömür ithafını yazmalı levhasına,çağın düşükleriyiz hepimiz, bütün ütopyalarımız elimizde kaldı, ne kadar örtünsek o kadar çıplağız...

yeni birine hazırlayabiliyor musun kendini? ben hazırlayamıyorum. tenimin güney kutbu, sen çekeceksin beni. elimde kaldı bütün ütopyalarım, bütün umutlarım. düşleyemiyorum günler hatta yıllar sonrasını. kim elinden tutacak, kimin ellerine yağacak ellerim.

çok ağırlaşıyorum, dokunsalar ağlayacağım. gümbür gümbür parıldayacağım, şimşekler çakacağım. kaçıyorum o yüzden herkesten. kendime bir kutu arıyorum, buluyorum da, sonra o kutuda yaşıyorum. efes pilsen kutusu, soğuk ve uyuşturucu. nabzımın düşmesini istiyorum, çenemin daralmasını, sigara dumanını burnumdan üflemek istiyorum. yapıyorum da. dokularım yanıyor, ses tellerim kalınlaşıyor, nikotin kaplıyor dört etrafını, acı konuşmaya başlıyorum. o yüzden kaçıyorum, o yüzden uzak duruyorum.

farkediliyor ama değil mi? herkes bana bakıyor. ne kadar örtünsem o kadar çıplağım. amma ucuza gitmişiz, yeter mi bu kadar ara? gülelim mi yine buna? ağlayalım mı sabah kadar? hangi açık kapılar daralıyor, hangileri daha da açılıyor. yok ki bir önemi. nicelerini kapattık, şimdi öylesine açıverdik birer birer, cereyan yaptı, bir serinledik. şimdi ise. titremeye başladım ben. soğuk her yerime işliyor. başka birine mi hazırlıyorsun kendini? gülüşlerin, cümlelerin başka birine mi hazırlıyor seni. "neden sarılıyorum ki sana" başka birine mi hazırlıyor seni.

nasıl bir boşluktayım, çözemiyorum. bütün suların yolunu bulacağı bir zamanda, zamansız oldu bu ayrılık. katlanamıyorum, bu kadar ucuza harcıyamıyorum. asileşip, kızgınlaşıyorum. hazırlamıyorum baska birine kendimi. eğer yeni birini sevecek, yeni bir ilişkiye başlayacaksam, bu kişinin sen olmasını istiyorum.

düşeş, hep yek, dü yek?

bir sabah yatağımda uyandığımda, arkamı döndüğümde, yanımdaki kişinin sen olduğunu görmek.. sen olduğunu görememek ve bunun düşüncesiyle yaşayabilmek..

geleceği bir an olsun bile planlamadan, planlamakla kafayı yerken bugunu yaşayamadan yaşayabilmek...

bütün açık kapıları bilerek ve hissederek, sadece güvenerek, ara vermeyi ve ayrılığı tanıyarak ve bilerek, güçlenerek yaşamak...

bütün açık kapılara rağmen düşeş, hep yek, dü yek?

eğer yeni birine aşık olacak, yeni bir ilişkiye başlayacaksam.. bu kişinin sen olmasını istiyorum.

11 Mart 2009 Çarşamba

dümdüz, anlamsız.

biraz daha küçükken, sokakta tanıştığım bir arkadaşım vardı. adı rıfattı. küçük büfenin önünde ben sigaramı ısmarlıyordum, o da bana bakıyordu. bir şişe kola istedi benden, aldım. konusamadık pek. yakaldım yarı yolda, ismini sordum, "rıfat abi" dedi. yaşı benim kadar vardı, o kadar da sağlamdı. 2 dk bile sürmedi sohbetimiz rıfatla, orda kapandı bitti, o gitti, ben gittim.

uzun zaman olmuş yazmayalı, rıfatı özlüyorum günlerdir, onu arıyorum. nedenini sormayın, bulamıyorum. ama çok özlüyorum. sokakta yatmak istiyorum onunla, konusmak istiyorum, sohbet etmek istiyorum.

bomboş geliyor bu ara her şey. okul, iş, güç vs. yaşlanmışım ben bunu farkediyorum. eğlenemiyorum, yalnızlaşıyorum. herkes bir şeylerin peşine düşmüş, kimi cv'sini nasıl doldurcağının derdinde, kimi akşam nerde eğleneceğinin, kimi yetiştiremediği ödevinin. o kadar boş geliyor ki. ne için yaşıyorum, hangi amaç için. yıgınla kitap onumde, sevdiklerim arkamda, tutku, özlem, sıkıntı içimde.

dünyada olup bitenler, yanıbasımda olup bitenler, ulan dünya bile ne kadar boş. insanlar neyin peşinde. herkes bir şeylerin koşturmacasında, göremiyorlar yalnızlıklarını. konusacak, dertleşecek adam bulamıyorum. yalnızlaşıyorum, yaşlanıyorum. bir sen beni açıyorsun blog, bir de şu dinlediğim hard metaller. kafamı bedenimden ayırırcasına sallıyorum bazen. ellerim ayaklarım durmuyor. açıyor ama. rahatlatıyor. bak blog, gör, eskisi gibi yazmıyorum, uzun uzadıya integralle çözeceğin cümleler kurmuyorum. ondan da sıkıldım anasını satim. bu işte. aha ruh halim. anlarsın sen beni blog.

silmeye çalışınca bir şeyleri, tutku bitmiyor. belki aşk bitiyor(mu), ama sevgi bitmiyor. elimde mi be blog. hiç br şey sıkmasa, şu tutku sıkıyor beni. kendimi bir kutunun içinde hapsolmuş hissediyorum. bazen istiyerek giriyorum o kutuya, bazense zorla sokuyorlar. ben ikisini de istemiyorum. ama kıramıyorum da. ne yapim be blog.

kendimi neyle ümitlendireyim. tutunacak umutlarım sönüyor. biliyorsun sen eski umutlarımı, hayallerimi. e şimdi yok. neye o zaman bu kadar zahmet, acı. bomboş ulan. bomboş. sevdiklerin yanında olmadıktan sonra bomboş. eniştenle bir tavla atamadıktan sonra bomboş. annen sırtını sıvazlamadıktan sonra bomboş. etmişim yazılan cvlerin, yapılan ödevlerin, alınan kredilerin, kutlanan günlerin, dönen saatin, doğan güneşin içine. yok arkadas yok. laylaylom insanlar, çıkar peşinde koşanlar, onun bunun bi tarafını yalayanlar. sevemiyorum be sizi. gülemiyorum yüzünüze. yalnızlastırıyorsunuz beni. bulamıyorum. kendimi.

ne yapim ben be blog. yaptıgım her şeyden sıkıldım. biraz ağaç koklamak, biraz deniz görmek, biraz insan sevebilmek istiyorum. biraz gülmek, biraz güldürmek, biraz biraz saatsiz gezmek istiyorum.

ah. paramparça yazıyorum biliyorum. idare et, dertleniyorum. cıkıp da bir hava alim bile diyemiyorum, bir iki bir şey içim bile diyemiyorum. kendime yaşayamıyorum. etradım cok sessiz be blog. en yüksek debili parçaları, en sertleri o yuzden dinliyorum. depresyonda değilim ama merak etme. sadece boşluktayım. sorun para değil, diploma değil, lan olsa ne olur olmasa ne olur. eger bir fikrin olursa, yazıver blog. bu aralar sana cok ihtiyacım var.